İslam dünyasında Hz. Ali (RA) ve Hz. Muâviye (RA) arasında geçen Sıffîn savaşından sonra Havâriç-Haricîler diye bir nevzuhur fırka ortaya çıktı.
Haricîler, Yusuf Sûresi 67. Âyetinde geçen “Hüküm ancak Allâh’ındır” bölümünü kendilerine propoğanda aracı yaparak müslümanları kâfirlikle suçlamaya başladılar. Her yerde Müslüman katliamına giriştiler. Sonra da yok olup gittiler. Ancak çeşitli isimler altında aynı zihniyetin sapıkları her zaman ortaya çıktılar ve müslümanlara musallat oldular. İslam düşmanlarına karşı maymun olan bu sapıklar, kendilerinden zarar görmeyeceklerini bildikleri müslümanlara karşı daima arslan kesildiler. Neticede küfür ehline hizmet etmiş oldular.
Haricî ve benzeri şer fırkaları genelde cahil ve bir o kadar da seviyesiz oldukları için bildiklerini zannettikleri birkaç âyetin bir bölümü dışında hiçbir şeyi kabul etmezler. Bildikleri tek şey muhataplarını küfürle yaftalamak ve becerebilirlerse katletmektir.
Bu yazımızda konuyu bilmeyen ve zihni bulandırılmaya çalışılan saf müslümanları uyarmaktır. Yoksa laftan sözden anlamayan akıl fukaralarını ikna etmek değildir.
Mesele aslında çok uzun açıklamalar gerektirmekle beraber, yazımızın sınırlı olması hasebiyle kısa tutmak zorunda olduğumuzu da belirtelim. Ancak muhtelif yazılarla zaman içerisinde bu konuyu değişik yönleriyle anlatacağımızı da söyleyelim.
Şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki; Kur’ân-ı Azîmü’ş Şân birkaç âyetten ibâret değildir.
Âyetlerin sebebi nüzulü bilinmeden ve konu ile ilgili hadîs-i şerîfler ele alınmadan dîn adına konuşmak başlı başına bir cinayettir. Her şeyden önce Allâh’a (CC) iftira etmek gibi büyük bir vebâli muciptir.
İslâm Dîni yeryüzünde kan dökmek, fesat çıkarmak için indirilmemiştir. Tam tersine hak ve adâletin tesisi, güzel ahlâkın hâkim kılınması için indirilmiştir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (SAV) ise hayatıyla bize yine Kur’ân’da en güzel örnek olarak gösterilmiştir.
Hz. Peygamber (SAV)’in hayatına baktığımızda durup dururken kimseye çeşitli bahanelerle saldırmamıştır. Hatta ölümü çoktan hak edenleri bile yerine göre affetmiştir. Kendisine saldırılımadıkça saldırıya geçmemiştir. Savaş zamanında bile kendilerine kılıç/silah çekmeyenlere, ibadethanelere sığınanlara, yaşlılara, kadınlara ve çocuklara dokunulmamasını emretmiştir.
Kendi kâfirliğini, münâfıklığını gizleyenler özellikle zamanımızda haricîler misali ortaya çıkan fesat şebekeleri, Mâide Sûresi’nin 44-45 ve 47. Âyetlerinin son bölümlerini dillendirerek saf müslümanların zihinlerini bulandırmaya çalışmaktadırlar.
Söz konusu âyetlerin son bölümlerinin meâli kısaca şu şekildedir:
“…Allâh’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” “…zâlimlerin ta kendileridir.” “…fâsıkların ta kendileridir.”
Söz konusu âyetler İsrâiloğullarının durumunu anlatmaktadır. Genel hüküm itibarı ile de müslümanlar uyarılmaktadır. Bu uyarı Yahûdîler ve Hristiyanlar gibi Allâh’ın (CC) indirdiklerinden işine geleni alıp, gelmeyeni görmezden gelmek şeklindedir. Hatta âyetleri tahrif etmek, konuları keyfine göre yorumlamaktır. Bu yüzden onlar sapıttılar helâk oldular.
Müslümanlar Kur’ân’a bir bütün olarak inanırlar. Âyetleri tahrif etme/bozma, işine geleni alıp, gelmeyeni görmezden gelme gibi bir duyguya asla kapılmazlar, akıllarından bile geçirmezler.
Kur’ân’ın muhatabı bütün insanlıktır. Özelde ise müslümanlardır. Yani öncelikli olarak her müslüman Allâh’ın indirmiş olduğu âyetin muhatabıdır. Allâh’ın (CC) indirmiş olduğu ahkâmı kendi hayatında yaşayacaktır. Diğer taraftan her müslüman İslâma göre gücünün yettiğinden sorumludur.
Kendi İslâmî sistemini kuramayan müslümanlar, başka sistemlerin idaresi altında bulundukları zaman sanki farzlar üzerlerinden kalkıyormuş, haramlar helal oluyormuş gibi bir durum söz konusu değildir.
Konuyu biraz daha net olarak söyleyecek olursak; mesela islâmî bir idarenin olmadığı yerde zinâ etmek, fâiz yemek, hırsızlık yapmak, adam öldürmek, yalan söylemek… gibi haramlar helal sayılamaz. Böyle yapılırsa, bunu yapanlar yani haramı helal sayanlar kâfir olurlar. Yine aynı şekilde çeşitli bahanelerle mesela devleti, milleti küfürle itham edip ana-baba hakkı başta olmak üzere komşuluk ilişkileri, cemaatle namaz gibi konuları yok saymak da küfürdür. Yani müslümanların İslâm kardeşliğini hiçe sayarak birlik ve beraberliği bozmak ve dolaylı olarak kâfire hizmet etmek de küfürdür.
Son bir misalle şimdilik yazımızı bitirelim.
Allâh’ın (CC) indirdiği âyet’i kerimede her müslümana cuma namazı emredilir. Duruma göre kadınlar istisna edilir. Âyet meâli şöyledir:
“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allâh’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cumâ, 62/9)
Bu âyette zikredilen çağrıdan maksat ezan, zikirden maksat ise Cuma namazıdır. Muhatap ise bütün imân edenlerdir. Samimi bir mü’min bu âyetin hükmünce hiçbir bahane uydurmadan Cuma namazı ile mükellef olduğunun şuuru ile hareket eder ve Cuma namazını kılar. Kendi süflî kuruntuları ile hareket eden ise şeytanı sevindirir ve oana hizmet eder. Cumayı da inkâr etmiş olduğu için kâfir olur.
Buradaki asıl mesele Allâh’ın (CC) indirdiklerine samimiyetle inanıp inanmama meselesidir. Gerisi tamamen bahane olup, kâfirliğe-münâfıklığa kılıf bulmaktır.
Yorum Yazın